4 Şubat 2018 Pazar

‘Barışseverlere dönük uygulamaların yaptırımı olacaktır’

ALİ KOÇER / AMED (DİYARBAKIR)


Hukukçu ve İnsan Hakları Savunucusu Hüsnü Öndül, Türkiye’nin savaş karşıtları ve barışseverlere dönük baskılarının hukuka değil keyfi uygulamalara dayandığını söyleyerek, “Uluslararası insan hakları kurumlarının bu uygulamalara karşı zamana yayılan yaptırımları olacaktır” dedi.












Türk devletinin Efrîn’e dönük askeri saldırıları devam ederken, buna karşı gelişen protestolar da çeşitli mecralarda sürüyor. Savaş karşıtlığı baz alınarak süren bu protesto biçimleri, gözaltı ve tutuklamalarla bastırılmaya çalışılıyor. Özellikle sosyal medyada ‘Efrîn paylaşımları’ yapanların gece yarıları evleri basılarak gözaltına alınmaları ve bunların bir kısmının tutuklanmaları, son günlerin en çok tepki çeken gündemi haline geldi. Savaş karşıtlığının bile yaptırıma tabî tutulduğu siyasi ve hukukî erozyonun yaşandığı Türkiye’de, iç ve dış yargının bu konudaki sorumluluk ve yükümlülüklerini hukukçu ve insan hakları savunucusu Hüsnü Öndül değerlendirdi.

BM SÖZLEŞMESİ SAVAŞ PROPAGANDASINI YASAKLAR

Savaş karşıtlığı üzerinden fikir beyanında bulunanların gözaltına alınmalarının veya tutuklanmalarının hem iç hukuka hem de ulusal üstü insan hakları hukukuna aykırı olduğunu belirten Öndül, Birleşmiş Milletler’in (BM) kuruluş amacının dünyada barışı sağlamak olduğunu söyledi. Öndül, şöyle devam etti: “BM’nin şartının, kuruluş yasasının birinci maddesi barışı sağlamayı öngörür. İlk temel amaç barıştır. İkincisi, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nde savaşın kötülüğü üzerine ve savaşların olmaması için nelerin yapılması gerektiğine dair özellikle bildirinin girişinde açıklamalar var. Üçüncüsü, 1966 yılında kabul edilen ve Türkiye’nin de 2003 yılında onayladığı anayasasının 90. maddesine göre, tüm yasaların üstünde olan Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 20. maddesi savaş propagandası ve düşmanlığı yasaklar. Dolayısıyla yeryüzündeki insanların ve bir ülkedeki toplulukların ya da Türkiye’de veya Suriye’de barışı savunması doğal olmuş oluyor. Bu bir insanlık görevidir. Son derece doğaldır ve herhangi bir yasa ile yasaklanması mümkün değildir. Barışı savunmanın yasaklanması insan onuruna saldırıdır. Böyle bir saldırı kabul edilemez. Benim değerlendirmeme göre ‘Savaş istemiyorum, barıştan yanayım’ diyenlerin soruşturulması çok büyük bir suçtur. O nedenle Türkiye’de şimdi bir tek görüş isteniyor ve toplumun hiçbir meseleye eleştirel bakması istenmiyor. Bundan dolayı da aykırı düşünceler gözaltılar ile, hapis ve yargı tehditleriyle bastırılmaya çalışılıyor.”

BASKILAR KEYFİLİKTEN KAYNAKLANIYOR

Devlet yetkililerinin Efrîn’e yapılan askeri saldırılara karşı gelenlere yönelik yaptığı ‘vatan hainliği’ suçlamasına da değinen Öndül, şunları söyledi: “Bu suçlamanın ne Türk anayasasında ne de uluslararası hukukta hiçbir karşılığı yok. Savaş karşıtlarının, barışseverlerin herhangi bir hukuksal işleme maruz bırakılmasının ceza kanunlarında bir dayanağı yok. Bunlar hukukun gücünü değil, tamamen devletin gücünü kullanarak, keyfi yorumlara dayanarak insanları özgürlüklerinden yoksun bırakıyorlar. Tüm gözaltı ve tutuklama gibi uygulamalar bu keyfilikten kaynaklanıyor. Hukuka dayanmıyor.”

TÜRKİYE HAK İHLALLERİNDE ÜÇÜNCÜ SIRADA

Türkiye’nin angaje olduğu kimi uluslararası kıstasların olduğuna dikkat çeken Öndül, şu bilgileri verdi: “Dünya sistemi insan hakları ve özgürlüklerinin korunması için her ülkenin kendi içinde bu saygıyı yaşatacak, koruyacak önlemler almasını öngörüyor. Bu, şu andaki dünya sisteminin bakış açısıdır. Sonrada bölgesel sözleşmeler var; Amerikan sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Afrika Halkların Hakları Şartı var. Her ülkenin de anayasa ve yasalarda insan hakları ve özgürlüklerinin korunması ve yaşama geçmesi ile ilgili iç düzenlemeleri var. Türkiye 1950’den beri Avrupa Konseyi’nin üyesi, Mart 1954’ten beri de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin tarafı. Yani, Türkiye 64 yıldır bu sözleşmeye taraf olmuş anlamına geliyor. Ama aynı Türkiye, yakın tarihlerde açıklandığı üzere Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) açısından hem ifade özgürlüğü hem adil yargılanma bağlamında en çok hakkında ihlal kararı verilen ülke olduğu tespit edildi. AİHM’e başvuru sayısı açısından da üçüncü ülke durumunda görüldü. 47 üyesi olan Avrupa Konseyi’nin, ihlallerde ilk üçüncü sırayı alan üyesi Türkiye oldu.”

YAPTIRIMLAR ZAMANA YAYILIYOR


Esasında söz konusu bu keyfi uygulamaların yaptırımı olduğunu vurgulayan Öndül, şunları dile getirdi: “AİHM, Avrupa Konseyi gibi uluslararası kurumların aykırılıkları düzeltmesi de çok uzun yıllara sarkıyor. Dolayısıyla dünya ve bölgesel sistemler tarafından insan haklarının korunması konusunda, büyük zaaflar taşıdığını söylemek mümkün. Bir ülkede sistematik bir biçimde ihlaller olduğunda da, sözgelimi 12 Eylül askeri darbesinden sonra Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliği askıya alındı ve 2004’ten itibaren tekrar olağan bir üye olarak devam etti. Tabii bunun öncesinde askıdan indirilip izlemeye alınma süreci de vardı. Yani yaptırımlar var ama bunlar etkili değil. Kısa dönemde etkisini gösteren tarzda değil. Uzun zamana yayılan önlemler bunlar.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Silvan belediyesi adayları: Halk ile birlikte kararlar alacağız

ALİ KOÇER / AMED (DİYARBAKIR) HDP Silvan ilçe belediyesi adayları Naşide Toprak ve Abbas Hilmi Azizoğlu, nasıl bir belediyecilik anlay...