8 Şubat 2017 Çarşamba

Ahmet Türk: Tutuklanmam Kürt halkına bir mesajdı


ALİ KOÇER / AMED (DİYARBAKIR)

Kürt siyasi hareketinin deneyimli ismi Ahmet Türk, Mardin Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanıyken yerine kayyum atanmış ve kısa bir süre sonrasında da tutuklanarak hapsedilmişti. 70 gün hapiste kaldıktan sonra geçtiğimiz günlerde tahliye edilen Türk, yaptığımız söyleşide, tutuklanma sürecini Kürt halkına bir mesaj olarak değerlendirirken, “Devlet Selahattin Demirtaş’tan Ahmet Türk’e kadar yelpazeyi geniş tutarak, böylece halkın üzerinde bir baskı uygulamaya yönelik bir karar aldı” dedi.




Türk devletinin Kürtlere dönük siyasi soykırım saldırıları kapsamında yüzlerce siyasetçinin tutuklandığı süreçte, Kürt siyasi hareketinin tecrübeli ismi ve kayyum atanan Mardin Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Ahmet Türk’te 24 Kasım 2016’da tutuklanarak hapishaneye konulmuştu. Yaklaşık 70 gün hapishane tutulan Türk, önce Edirne’ye oradan da Elazığ F Tipi Hapishanesine sevk edilmişti.  Tutuklu olduğu süre zarfında hem kamuoyunda hem de bürokratik mecrada tepkilerin çığ gibi büyüdüğü görüldü. Bu tepkiler sadece Kürtlerden yana değil, iktidar partisine yakın kişilerden tutalım da diğer muhalefet partilerine kadar birçok kesim tarafından dillendirildi. Adli Tıp gibi kurumların 75 yaşındaki Kürt siyasetçinin sağlık sorunları nedeniyle hapishanede kalmaması gerektiği konusunda fikir belirtmiş olmasına rağmen, 70 güne yakın bir süre hapiste tutulan Ahmet Türk, 4 Şubatta tahliye edildi. Tahliye edildikten sonra kalabalık bir ziyaretçi akınına uğrayan Türk, misafirlerini Qesr a Qenco’da karşılıyor. Yoğun ziyaretler arasında bize zaman ayıran Türk, tutsaklık sürecini ve Kürdistan ve Türkiye’de yaşanan politik gelişmeleri değerlendirdi.

Kendisiyle yaptığımız söyleşide soruları yanıtlayan Türk, 12 Eylül ve ‘90’lı yılları, gözaltına alınıp tutuklandığı günü, hapishane koşullarını, Kürt halkına ve siyasetçilerine dönük saldırıları, tutuklanmasında verilmek istenen mesajı, referandum gündemini ve Kürtlerin birliği konularını ele aldı.

‘80’LERDEKİ, 90’LARDAKİ MANTIK BUGÜN DE DEVAM EDİYOR’

- 12 Eylül’deki faşist cunta koşullarından, ‘90’lı yılların karanlık dönemine değin Türkiye’nin en meşakkatli süreçlerinin hem tanığı hem de bizatihi öznesi oldunuz. O dönemlerde en ağır bedelleri vermiş bir Kürt siyasetçisi olarak, bugünün koşullarını göz önünde bulundurduğunuzda nasıl bir karşılaştırma yaparsınız?

Aslında devletin mantığını çok iyi görmemiz lazım. Devlet Kürtlerin varlığından rahatsız. Kürt halkının hak ve özgürlük taleplerini her zaman onları sindirerek, korkutarak, baskılayarak susturmaya çalışan bir politika izlemiştir. Tabi Kürtlerin bölgedeki durumu malum; Irak, Türkiye, Suriye ve İran’da Kürdistan her dört parçada örülüyor. Ve herkes Kürtleri potansiyel bir tehlike olarak görüyor. Kürtlere karşı bakış, mantık ve demokrasi anlayışı değişmedikçe zaman zaman bu sıkıntılarla yüzleşiyoruz. Yani 1980’lerdeki ve 1994-95’lerdeki mantık neyse bugünde aynı mantık devam diyor. Kürtler bir kazanım elde ettiği zaman bunları susturmaya çalışan bir anlayış var. Bunu böyle yorumlayıp, fotoğrafı bir bütün olarak görürsek en azından yanlış yapma olasılığımız daha aza iner. Şimdi Rojava’da Kürtlerin kendi geleceklerini kurmaya, demokratik bir yapıyı oluşturmaya yönelik ciddi bir fedakârlıkları var, bir mücadeleleri var. Tabi öyle bir şey ki, her parçanın verdiği mücadele diğer parçanın siyasetini derinden etkiliyor. Ve buna göre Kürtleri o coğrafyada bastırmaya çalışan bir anlayış hemen öne çıkıyor. Bugün Kürtler Orta Doğu’da önemli bir aktör. Gerçekten Kürtler olmadan, değişim ve dönüşümün olması mümkün değil. Kürtleri bastırarak veyahut da haklarını görmezden gelerek onları sindirmeye çalışarak da sorun asla çözülmez. Şimdi Kürtler ne istiyor? Kürtler birlikte yaşadığı halklarla birlikte eşit ve özgür bir yaşamı esas alıyor. Yani Kürt halkı, ne Türk halkına ne Arap halkına ne de Acem halkına düşmandır. Ama yürütülen siyasetler Kürtlerle bu halkları hep karşı karşıya getirmişler. Bizde bütün bu nedenleri bilerek politikamızı daha doğru bir noktaya taşımamız ve olabildiğince Kürtler arasındaki birlik ve diyalogu esas alacak bir yaklaşımı büyütmek lazım. Çünkü biz kendi aramızda barışık olmazsak diğer kesimlerle barışık, eşit ve özgür bir yaşam sürdürme şansımız yok diye düşünüyorum.

‘KÜRTLER, HER YÖNÜYLE SİNDİRİLMEYE ÇALIŞILIYOR’

- Türkiye devleti, Kürt siyasi hareketine karşı çok ciddi yönelimler ve baskılar uyguluyor. Sizde 70 gün hapsedilerek bu uygulamalara maruz kalmış birisiniz. Devletin Kürtlere karşı bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sorunun boyutu Türkiye’yi, yani Bakur’u aşmış bir durumda. Rojava var, Irak’taki parçada zaman zaman bağımsızlık tartışmaları yapılıyor. Boyutlar büyüdükçe baskılar ve sindirme politikaları da artıyor. Aslında bütün bunlar denedi de; 12 Eylül’de, ‘95’te denendi. Kürtleri sindirmeye çalıştılar, dönem dönem bunda başarılı da oldular. Sonuç olarak çok yoğun baskılar olunca halk geri çekilmek zorunda kalabiliyor bazen. Bugün de buna benzer bir süreç yaşıyoruz. Ama bu süreç çok daha farklı. Eskiden kaba bir şiddetle Kürtler sindirilmeye çalışılıyordu. Ama bugün her yönüyle; kültürel, ekonomik, siyasi, sosyal… Her konuda Kürtleri adeta mercek altına alan bir süreci yaşıyoruz. Bu dönem, diğer dönemlere nazaran tekçiliğin daha yoğun dayatıldığı bir dönem. Yani diğer dönemlerden daha politik, daha geniş bir anlayışla süreci tamamen kontrol etmeye çalışan bir devlet veya hükümet aklı var. Fark bu aslında. Yoksa geçmişte de belki daha fazla bir kaba kuvvetle veyahut işkenceyle karşı karşıyaydık. Yani burada daha fazla insanın içine işleyen bir anlayışla Kürtlere karşı bir politika yürütüldüğünü görüyoruz.

‘BENİ TUTUKLAYACAKLARINI BİLİYORDUM’

- Gözaltına alınıp, tutuklandığınız süreci de sormak isterim. Nasıl gelişti, neler oldu?

Parlamenterlerimize, genel başkanlarımıza, belediye başkanlarımıza karşı bir tutuklama furyası başlatıldı. Bu süreçten hepimiz nasibimizi alacağımızı düşünüyorduk. Zaman zaman bazı arkadaşlar, avukatlar ‘Seni almazlar yaşından ve konumundan dolayı’ diyorlardı. Ben ‘Devlet toplumu sindirmek için bir mesaj verecek. O nedenle beni de alacaklar’ diyordum. Aslında mesele kişi meselesi veya benim meselem değil. Yani işte bugün, halkın iradesi ile seçilmiş bütün belediyelerimize kayyum atanmış durumda. Hadi diyelim ki belediye başkanları olarak bizler bir yanlış yaptık. Belediye meclis üyelerimiz var, encümenler var. Bu tamamen hukuk dışı, mantık dışı, akıl dışı, vicdan dışı bir yaklaşımdır. Şimdi halkın iradesi ile seçilerek görev verilmiş, siz onun yerine bir memuru atıyorsunuz. Halk yine kendi tercihiyle başka birisine devredebilir, bu da makul görülebilir. Ama şimdi bunun yerine bir devlet memuru kayyum olarak atandığını zaman, bu da bir mesajdır; ‘Sizi tanımıyoruz’ demek istiyorlar. ‘Sizin kazanımlarınızı kabul etmiyoruz’ gibi bir mantık ortaya çıkıyor. Yani bizim tutuklanmamıza böyle bakmak lazım. Şunu da tüm samimiyetimle söylüyorum; tabii ki zindanda olmak güzel bir şey değil. Dışarıda olmak güzel. Ama bugün baktığınızda yıllarca beraber siyaset yaptığınız arkadaşlarınızın çoğu içerde. İnsanın yüreğinin bir yarısı orada kalıyor. Bu da bir gerçek. Yani biz Fırat Anlı, Cabbar Leygara, Bekir Kaya ile konuşuyorduk. Gerçekten de halka hizmetten başka yaptıkları bir şey yok. Yani şunu söylemek istiyorum, halkımız bilsin; Hiçbir belediye başkanımız hakkında rüşvetten, yolsuzluktan dolayı bir dava açılmadı. Ama işte soyut bile olmayan iddialarla suçlamalar yapıyorlar. Birisi bir mektup yazmış, onlara bizi ihbar etmek amaçlı göndermiş sözde. Ama bu insanlara veya mektuplara nasıl itibar edebilir bir devlet? Bu kadar basit mi bu işler? İşte bunlar yapılarak, halkın iradesi ile seçilmiş olanları sindirmeye çalışarak topluma bir mesaj verilmek isteniyor. Halkı korkutmaya yönelik bir siyaset yürütülüyor. Yoksa burada hiçbir arkadaşımız suçlu değil, fikir ve düşüncelerini söylüyor. Fikir ve düşüncelerimizle, halkımızla bütünleştiğimiz için de hedef haline geliyoruz.

‘BANA OLAN YAKLAŞIMLA BİR GENCE OLAN YAKLAŞIM AYNI DEĞİL’

- Hapishanedeki günleriniz sağlık problemleriniz bakımından zorlu geçmiş olmalı. Somut olarak üzerinizde olumsuz bir etki yarattı mı?

Hayır. Şimdi benim bir huyum var, olanı dürüstçe söylerim. Yani giderken gelirken, mahkemeye veya hastaneye götürülürken şahsıma karşı son derece nazik davranıldı. Şimdi ben kalkıp yapılmayan şeyleri söylersem ne benim ahlakıma ne de yaşıma uygun olmaz. Böyle bir durum yoktu. Bu meseleyi de çok fazla gündemde tutmak istemiyorum açıkçası. Mesela kelepçesiz gidip geldim. İhtiyaçlarım anında karşılanıyordu. Bunun tersi bir yönelim olsaydı elbette ki onu da dile getirirdim. Ama tabii ki bana olan yaklaşımla bir gence olan yaklaşım aynı mıdır? Hayır, aynı değildir.

‘ZİNDAN PSİKOLOJİSİ FARKLIDIR’

- Tırnak içinde tecrübeli tutsaklık geçmişi olan bir siyasetçisiniz. Hapishanedeyken günleriniz nasıl geçiriyordunuz? Ve hiç dışarı çıkmayacakmışsınız gibi bir duyguya sahip oldunuz mu?

Zindan psikolojisi farklıdır elbette. Bazen düşünüyorsunuz ‘Acaba ne kadar tutacaklar burada’, bazen de ‘Belli bir yaşa gelmişiz ne kadar burada dayanabiliriz’ diye düşünüyorsunuz. Ama mesela ben Silivri’deyken Bekir Başkan (Kaya) ile beraberdik. İyi bir uyum sağlıyorduk. Günlerimizi kitap okuyarak, televizyon izleyerek geçiyorduk. Elazığ’a geldikten sonra Fırat Anlı’yı, arkasından da Cabbar Leygara’yı koğuşumuza verdiler. Yani biz olabildiğince günümüzü değerlendirmeye çalışıyorduk. Silivri’de mesela dışarıdan kitap alamıyorduk ama kütüphaneden alıp okuyabiliyorduk. Fakat Elazığ’da bize dışarıdan da kitaplar geliyordu. Şimdi benim bir yeğenim vardı, askere gitmişti. Kırk beş gün askerlik yapmıştı. Ama sanki 2 yıl yapmış gibi uzattıkça uzatıyordu. Bende topu topu 2 ay 13 gün hapishane yattım bu son süreçte. (Gülüyor) Yani bunu böyle çok fazla uzatmakta doğru değil. Çünkü mektuplar alıyordum, 22-23 yıl hapishanede olan hem kadın hem de erkek arkadaşlar vardı. Şimdi onu görünce kendi hapishane koşullarından söz etmek gerçekten hiç hoş olmuyor.

‘KELEPÇE TAKMAK İSTEDİLER’

- Hapishane koşullarında değinmek isterim açıkçası; Sizi orada genelin dışında zorlayan sağlık ve benzeri gibi herhangi bir durum oldu mu?

Hayır. Olmadı. O konuda hiçbir sıkıntı yaşanmadı. Zaten sık sık hapishane doktoru çağıyordu ‘Bir ihtiyaç var mı?’ diye. Bildiğiniz gibi bu rapor filan dolayısıyla her gün bir hastaneye götürüyorlardı. Bazen talebim olmamasına rağmen kedileri götürüyordu. Hatta ilk gün beni götüreceklerini söylerken kelepçe takmak istediler ben dilekçe vererek ‘Gitmiyorum’ dedim. Ama daha sonra bakanlık devreye girince kelepçesiz gitmeye başladım hastaneye. Ama böyle zorlayıcı bir durum yoktu.

‘TEŞEKKÜR ETMEK ZORUNDAYIM’

- Siz hapishanedeyken kamuoyu ve bürokrasi de yoğun bir tepkisellik oluştu sizin durumunuza ilişkin. Hatta iktidar partili kimi isimler bile bunun bir ‘Akıl tutulması’ olduğunu alttan alta ima ettiler. Siz tutuklanmanızı nasıl ele alıyorsunuz? İktidar sizi tutuklayarak Kürtlere asıl bir mesaj vermek istedi?

Doğrudur; benim tutuklanmamla topluma, Kürtlere bir mesaj verilmek istendi. Selahattin Demirtaş’tan Ahmet Türk’e kadar yelpazeyi geniş tutarak, böylece halkın üzerinde bir baskı uygulamaya yönelik bir karardı. Böyle değerlendiriyorum ben bunu. Bir de biliyorsunuz ki 143 tane aydın, demokrat insan bu meseleyle ilgili tepkilerini ortaya koydular. Bu benim için çok önemliydi. Şunu da belirtmek gerekir; En sağındakinden en solundakine kadar herkes bunun şık olmadığını söylediler. Şimdi bunu söyleyen insanlara da kalkıp bu açıklamaları yaptıkları için, bende hayata vicdani ve insani olarak bakıyorsam teşekkür etmek zorundayım. Yani bunu birilerine yağ çekmek anlamında nitelememek lazım. Sonuçta insanız ve birileri sizin durumunuzla ilgili bir açıklama yapıyorsa, siz de burada bir minnet duyuyorsunuz ve teşekkür ediyorsunuz. Meseleye böyle bakmak lazım. O konuda da çok rahatım.

‘REFERANDUMDA ‘HAYIR’ MEŞRUDUR’

- Malumunuz gündemde referandum var. Kürt siyasi hareketi bu konuda ‘HAYIR’ oyu kullanacağını açıkladı. Siz bu gündemle ve Kürtlerin ‘HAYIR’ seçeneğiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Ben biraz farklı bir değerlendirme yapmak istiyorum. Referandum iki seçeneklidir; biri ‘EVET’ diğeri ise ‘HAYIR’. Halka bu iki seçenek sunuluyor. Bu seçenekler sunulurken halkın üzerinde bir baskının olmaması lazım. Yani ‘EVET’ ne kadar meşruysa ‘HAYIR’ da o kadar meşrudur. Ama ‘HAYIR’ diyenleri farklı şekillerde bir muameleye tabi tuttuğunuz zaman, bu referandumun meşruluğu tartışılır. Benim her şeyden  önce düşündüğüm şudur: İnsanlar hiçbir baskı altında kalmadan özgürce gidip iradesini, düşüncesini ve ne söylemek istediğini sandığa yansıtabilsin. Bu referandumu bir bloklar seçeneği haline getirmemek lazım. Önemli olan toplumun bu mevcut anayasa değişikliğine ‘EVET’ mi, ‘HAYIR’ mı diyor olmasıdır. Bu şekilde sunmak lazım. Dolayısıyla bunu da içeriğiyle tartışmak gerekir. Ve insanlar vicdanıyla bunun kararını vermesi lazım. Yani bu şu veya bu partinin getireceği bir şey olarak algılanmamalı. Bir bloklaşma olarak da ele alınmamalı. ‘EVET’ mi, ‘HAYIR’ mı, hangisi yararlıdır buna bakmak gerekir. Bu konuda insanların aydınlatılması ve sandık başında özgürce iradesini sandığa yansıtması önemlidir. Oyumu da soracak olursanız; Yıllardır bu mücadelenin içindeyim, partinin bir bireyiyim, dolayısıyla kararımız bellidir ve ortadadır.

‘HALKI PASİFİZE ETMEYE ÇALIŞIYORLAR’

- Biliyorsunuz gündemde boykot tartışmaları da var. Kimi klikler, Kürtlerin referandumu boykot etmeleri yönünde teoriler üretiyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Boykota gitmek ‘EVET’ anlamına geliyor. Yani bu konuda o tuzağa düşmemek lazım. ‘EVET’ten ya da ‘HAYIR’’dan birini seçmemiz lazım. Boykot gündemi tamamen ‘EVET’çilerin yarattığı bir şeydir. Bunu da görmemiz lazım. Halkın kafasını karıştırmaya çalışıyorlar. Onu pasifize etmeye çalışan bir anlayıştır, mantıktır boykot tartışması. Siz gidip oy kullanmayıp referandumu boykot ettiğiniz taktirde bu durum ‘EVET’ cephesine yarayacak. O yüzden de halkın bu konuda bilgilendirilmesi lazım diye düşünüyorum.

‘EKSİKLERİMİZ VAR’

- Son bir buçuk yıldır Kürt halkı çok büyük acılar yaşadı. Özellikle 2016 yılı bu acıların en yoğun yaşandığı yıl oldu. Siyasetin bu konuda rolü ve misyonu ne olmalıydı sizce? Siyaset 
yeterli sorumluluk gösterdi mi?

Ben zaman zaman kimi eleştirileri kendi cephemizde çok açık bir şekilde dile getiriyorum. Şimdi mücadele dengeli olması lazım. Yani demokratik siyasetin, diplomasinin ve uluslararası ilişkilerin günümüz dünyasında önemli olduğunu görmemiz lazım. Kendi insanımızla olan ilişkiler ve onları alacağımız kararlara ikna etme sürecimiz, bunların hepsi çok önemli. Ve bunlar bizim eksiklerimiz. Bu konuda eksiklerimiz var. Yani paylaşmadan, sanki halkın hepsi aynı şeyi istiyormuş gibi hareket ediyoruz. Şimdi demokrasi ve özgürlük yolunu her alanda açmadığımız taktirde her zaman eksikler yaşanır ve halka da doğru bir diyalog kuramayız. Ben inanıyorum ki bütün bu yaşadıklarımız bizler için bir deneyim oldu. Bundan sonra siyaseten alınacak olan kararlar daha geniş bir zeminde tartışılarak toplumun önüne gelmeli. Bunu bu şekilde ifade etmek istiyorum.

‘ULUSAL BİRLİK ÖNEMLİ’

- Kürtlerin ulusal birlik konusunda bir girişimi var ve bir türlü neticelenmedi. Böylesi zorlu süreçlerin en ihtiyaç duyulan konusudur ulusal birlik. Siz de bu konuda emek vermiş birisiniz. Ne düşünüyorsunuz? Nasıl gelişmeli bu süreç?

Biz biliyorsunuz geçmişte eper çaba gösterdik, günlerce çalıştık. Erbil’de 15-20 gün de kaldık. Ama o süreci doğru değerlendiremedik. İmkanımız olmadı. Ama tabii ki ben bunu kaçınılmaz bir sorumluluk olarak değerlendiriyorum. Koşullar ne olursa olsun, umudumuzu kaybetmemiz lazım. Ulusal birlik ile ilgili çok farklı fikirlerin bir araya gelip daha doğru şeyleri üretebileceklerine inanarak kendimizi yeniden gözden geçirmemiz lazım. Yani tek doğru benim doğrum olmamalı. Herkesin bunu kabul etmesi lazım. Ve tek doğru sizin de doğrunuz değil. Birçok doğrular var. Bu doğruları yan yana getirerek daha nitelikli ve güzel bir şeyi ortaya çıkarmanın arayışı içerisinde olmalıyız diye düşünüyorum. Çünkü ulusal birlik önemli.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Silvan belediyesi adayları: Halk ile birlikte kararlar alacağız

ALİ KOÇER / AMED (DİYARBAKIR) HDP Silvan ilçe belediyesi adayları Naşide Toprak ve Abbas Hilmi Azizoğlu, nasıl bir belediyecilik anlay...