ALİ KOÇER / AMED (DİYARBAKIR)
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış
tecridi değerlendiren Asrın Hukuk Bürosu Avukatlarından Newroz Uysal,
”İmralı’da tecrit uygulamaları ve yasaklar OHAL’den sonra alınmış yeni bir
kararmış gibi gösteriliyor ama orada OHAL her zaman vardı” ifadelerinde
bulundu.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın üzerinde ağırlaşan
tecrit koşulları hâlâ sürüyor. Avukatları dahil olmak üzere ailesinden hiç
kimseyle görüştürülmüyor. Defalarca yapılan görüşme başvuruları her seferinde
ret edildi. 11 Eylül 2016’da kardeşi Mehmet Öcalan’ın görüşmesinden sonra
hiçbir şekilde bağlantı kurulmasına izin verilmedi. Gerek Adalet Bakanlığı
gerekse de Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı Öcalan ile görüşme başvurularını neden
ret ettiklerine dair net bir bilgi sahibi değiller. Konuyla ilgili konuştuğumuz
Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Newroz Uysal, tecridin genel tanımını, Öcalan
üzerinde neden ağırlaştırıldığını, görüşmek için yaptıkları başvuru
süreçlerinde neler yaşandığını anlattı.
İMRARLI İLE İLETİŞİM BAĞIMIZ YOK
Tecridin sürekli gündemlerinde ve hem ulusal hem de
uluslararası anlamda teknik bir tanıma sahip olduğunu söyleyerek konuşmasına
başlayan Avukat Newroz Uysal, şunları söyledi: “Tecridin özellikle cezaevleri
bakımından bir karşılığı var. Tıbbi açıdan da bir kişiyi yalnızlaştırma, izole
etme ve o insanın iradesini teslim almadır. Aslında bir işkence bir biçimidir. Tecridin
ülkelere, cezaevlerine veya kişilere özel bir karşılığı var. Sayın Abdullah
Öcalan şahsında da çok ciddi politik bir karşılığı var. 1999 komplosundan
şimdiye kadar tamamen bir işkence sistemi olarak kullanılıyor. Ama bunun tek
başına hukuki karşılı yoktur. Tecridi de aşan bir durum söz konusu. Çünkü
tecrit halinde bile bir insanın dış dünya ile bağlantısı kesilemez. O kişinin
yaşadığına ve sağlığına dönük zihni açık kalması gerekiyor. Ama bizim şu anda
İmralı’da tek bir iletişim bağımız yok. Mesela biz Sayın Abdullah Öcalan’ın kendisine
gönderilen mektupları almadığını biliyoruz. Yanındaki diğer üç tutsak ile
görüşüp görüşmediğini bilmiyoruz. Herhangi bir sağlık sorunu var mı yok mu
bilmiyoruz. Kendisine herhangi bir disiplin cezası verildi mi? Radyosu,
televizyonu, kitapları, notlarını yazdığı defterleri yanında mı? Bunların hiçbirini
bilmiyoruz.”
‘AĞIRLAŞTIRILMIŞ MUTLAK TECRİT’
Tecridin 20 Temuz 2016 tarihinde ilan OHAL’den önce de hukuki
bir sıkıntı olduğunu hatırlatan Uysal, “Kimi zamanlar can güvenliği ve sağlığı
ile ilgili yapılan tekil görüşmeler yeterli bulundu. Tabii bu hukuki anlamda
yeterli görülmedi. Daha çok siyaseten geçerli oldu bu. En son neredeyse iki yıl
olacak ki kardeşi Sayın Mehmet Öcalan’ın kendisiyle yaptığı görüşmeden bu yana
biz hâlâ tek bir haber almış değiliz. Bu, Sayın Abdullah Öcalan’ın da deyimiyle
‘ağırlaştırılmış mutlak tecrid’in de ötesinde bir durum. Biz bunun önünü almaya
dönük çok başvurular yapıyoruz ulusal ve uluslararası arenada. Ancak şu anda
üçüncü dünya savaşı dediğimiz politik atmosferde Sayın Abdullah Öcalan’ın kendisinin
ve yarattığı hareketin rolü bilindiği için hukuki anlamda da buna bir karşı
geliş var. Hem Türkiye cephesinden bir karşı geliş bu hem de uluslararası
bakımdan bunun yaratacağı etkilerden korkanlar da bu tecridi görmezden
geliyorlar” dedi.
‘KOSTERİN BOZUK OLMASI’ BİR KILIF
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 1999’da uluslararası
komplo ile tutuklanıp Türkiye’ye getirilmesinden 2011’e kadar avukatlarının
günde veya haftada birkaç saat görüşebildiklerini belirten Uysal, konuşmasına
şöyle devam etti: “Zamanla çeşitli yönetmeliklerle, kanun değişiklikleriyle,
İmralı Cezaevine özel getirilen genelgelerle bu görüşme saatleri ve süreleri
giderek kısıtlandı. Şu anda haftada bir, bir saate düşürülen bir görüşme var. Biz
her hafta avukatları olarak istisnasız başvuruda bulunuyoruz. Ailesi için de
aynı durum geçerli. Biz her hafta başvurularımızı haftada iki kez tekrarlayarak
yapıyoruz. Devlet hiçbir zaman bize neden müvekkilimizle görüş yapamadığımıza
ilişkin resmi bir cevap veremedi. Çünkü bu konuda ne iç hukukta nede evrensel
hukukta bir kanun hükmü yok. Buna uygun bir yönetmelikte yok. Hukuki dayanak
yok. Bunların yerine fiili diyebileceğimiz, Ada cezaevi olduğu için
uluslararası mecralarda da makul bir gerekçe sayılabilecek ‘kosterin bozuk
olması’, ‘hava muhalefetinin deniz yolculuğuna uygun olmaması’ ve ‘kosteri
kullanacak olan teknik elemanın izinli olması’ gibi nedenlerle görüşme
sağlanmıyordu. Bu her zaman bizim açımızdan Türkiye’nin ortaya koyduğu bir
kılıftı, bahaneydi. Görüştürmemenin bir yöntemiydi.”
AİHM’E BAŞVURU SÜRECİMİZ DEVAM EDİYOR
OHAL ilanın 20 Temmuz 2016’da daha resmi gazetede
yayınlamadan önce İmralı Adası ile görüşme talebinde bulunduklarını aktaran
Avukat Newroz Uysal, şunları kaydetti: “Bir darbe olmasından kaynaklı biz her
gün görüşme talebinde bulunuyorduk. Hem savcılık makamından hem cezaevinden hem
de bakanlık aracılığıyla bu başvurularımızı tekrarlıyorduk. Kriz anı
diyebileceğimiz olağanüstü bir durum vardı ve biz müvekkilimizin can
güvenliğinden kaygılıydık. O noktada 21 Temmuz 2016 tarihli bir karar çıkartıldı
infaz hakimliğinden ve bu kararda Ada cezaevinde bulunan Sayın Abdullah Öcalan
ve diğer üç tutsak hakkında herhangi bir dış dünya ile iletişimi kesildiği
yazılıyordu. Bu hem mektup hem telefon hem de aile görüşü engellendi. Her kadar
avukat görüşü hukuken engellenemez ise de avukat görüşü de engellenmiş durumda.
Bizim avukat görüş başvurularımıza da OHAL ile ilişkilendirdikleri kararlarla
cevap veriyorlar. İnfaz hakimliğinin kararlarının yanlış olduğuna dair
itirazlarımızı yapmış bulunuyoruz. İtirazlarımıza ret cevabı verildi ve şu an
anayasa mahkemesinde bekletiliyor. Aynı durumdan kaynaklı AİHM’e bir başvuru
sürecimiz devam ediyor. Bu konuyla ilgili her türlü girişimlerimiz devam
ediyor.”
İMRALI’NIN STATÜSÜ BELLİ DEĞİL
İmralı tecrit ve işkence sistemi kapsamında hukuki anlamda
ele aldıkları birçok konunun olduğunun altını çizen Uysal, “Bu konulardan biri
de İmralı’nın statüsünün ne olduğu ve hangi kuruma bağlı olduğudur. Bu bizim
yıllardır cevap bulmaya çalıştığımız bir konu. Bu konudaki hukuki muhataplık
çok farklı. Bir cezaevi çok bariz olarak Adalet Bakanlığı’na bağlıdır. Bu
bakanlığın adına da işlem yapan bir cezaevi müdürü ve yine aynı şekilde o
cezaevinden sorumlu olan bir savcı vardır. Bu teknik olarak Türkiye’deki tüm
cezaevlerinin standart uygulamasıdır. Ama İmralı’ya bakıyoruz, 15 Şubat
komplosundan bu yana, tamamen Sayın Abdullah Öcalan’ın tecridine ve o işkence
sistemiyle bir değişime gitti. İlk zamanlarda Milli Savunma Bakanlığı’na
bağlıydı, ondan sonra Başbakan Kriz Merkezi’ne bağlanarak bir strateji kurum
olarak adlandırıldı ve İmralı hâlâ askeri yasak bölge olduğu için jandarmanın
kontrolünde olan bir yer. Ama aynı zamanda Adalet Bakanlığı’nın gardiyan ve
personelleri orada duruyor. Şimdi avukat müvekkilini görmek için tutulduğu
cezaevine gider, kimliğini gösterir ve içeri girer. Ama biz adanın bağlı olduğu
Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına başvurularda bulunuyoruz. Onlarda Adalet
Bakanlığı’na iletiyorlar ve bize dönüşleri cezaevi idaresi üzerinden değil, savcılığın
gönderdiği faks üzerinden oluyor. Ya da görüşmelerin yapılacakları dönemleri
baz alarak söylüyorum; gidilecekse telefon ile arayıp ‘Gidebilirsiniz’ deniyor”
dedi.
İMRALI, F TİPİ’NİN ÖTESİNDE
“2003-2005 yıllarından sonra İmralı F Tipi Cezaevi statüsünde
görülse bile, hem görüşme hem de tutulma koşullarından ve cezaevi içerisindeki
hareket alanlarından kaynaklı F Tipi statüsünden öte bir sistemle idare
edildiği görülüyor” diyen Uysal, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Biz Sayın
Abdullah Öcalan’ın avukatlarına göre, tamamen tecride özel dizayn edilmiş bir
sistem orası. Bizim müvekkilimizle görüşememe durumumuz Türkiye tarihinde bir
ilktir. Çünkü teknik olarak hiçbir engel yok buna. Yani bu kararın OHAL ile
ilgisi yok. Kaldı ki Sayın Abdullah Öcalan İmralı Adasına getirildiğinden beri
orada OHAL hep vardı. Çünkü OHAL ilan edilmeden önce de şu an yasaklanan tüm
haklar Sayın Abdullah Öcalan için yine geçerliydi. Mesela adadaki diğer
tutsaklar da şimdiye kadar telefon haklarını kullanmış değiller. Hiçbir aileleri
diğer cezaevlerindeki gibi belli bir prosedür de standart görüş yapamadılar. Ayrıca
bu kararlar 2016’da alınmış ama 2011’den beridir görüşemiyoruz kendisiyle. OHAL
fiiliyatta hiç yokmuş davranıyorlar. Buna ‘hukuku dolama’ diyoruz gerçek
anlamda. İmralı’daki tecrit ve işkence sistemini örnek alarak Türkiye’deki tüm
cezaevlerinde uygulamaya çalışıyorlar.”
AYDA BİR SAVCILARLA GÖRÜŞÜYORUZ
Tecridin ağırlaşma tarihi olan 2011 yılından şimdiye kadar
binden fazla görüşme başvurusu yaptıklarına dikkat çeken Asrın Hukuk Bürosu
Avukatı Newroz Uysal, “Biz büro olarak hem OHAL öncesinde hem de sonrasında
tecridi kırmaya dönük hukuki anlamdaki ağır insan hakkı ihlalini de dikkate
alarak birçok girişimimiz oldu. Bu tecridin siyasi boyutuna dair de
girişimlerimiz oldu. Ancak bu görüşme taleplerimize ve girişimlerimize hiçbir
zaman olumlu bir cevap gelmedi. Şu an bile bir görüşme talebimiz var hâlâ bir
dönüş yok. Ancak cezaevi idaresi ve savcısıyla sürekli görüşüyoruz. Savcıların
da doğrudan bize söyledikleri bu konuda yetkilerinin sınırlı olduğu yönünde. Ayda
bir dergi teslim etmek için yüz yüze görüşmüş oluyoruz. Zaten çoğu zaman
başsavcı değil de savcılarla görüşüyoruz. Genelde de bize ‘itirazlarınızı yapın
ama bizim değerlendiremeyiz’ diyorlar. Bu söylemlerinde de aslında hukuki değil
de siyasi bir durum olduğu söylemiş oluyorlar” dedi.
HAKİM VE SAVCILARI ŞİKAYET ETTİK
İmralı sürecinin başlamasından şimdiye kadar birçok hakim ve
savcı hakkında suç duyurusunda bulundukları bilgisini vere Uysal, konuşmasını
şöyle sonlandırdı: “Bu hakim ve savcılar hakkında defalarca HSYK’ye şikayet
başvurularında bulunduk. 20 Temmuz 2016’da bu engelleme kararlarını alan hakim
ve savcılar hakkında da soruşturma başlatılmasına dönük suç duyurularında
bulunduk. Tabii şu an’a kadar HSYK’nin bize geri bildirim yaptığı bir sonuç
yok. Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki bu tecridin devam etmesi noktasında bu
hakim ve savcıların da kişisel olarak sorumlulukları var. Bu sorumluluklar hem
cezai hem de hukuki anlamda var.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder