16 Mart 2018 Cuma

‘İmralı’da OHAL her zaman vardı’

ALİ KOÇER / AMED (DİYARBAKIR)

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecridi değerlendiren Asrın Hukuk Bürosu Avukatlarından Newroz Uysal, ”İmralı’da tecrit uygulamaları ve yasaklar OHAL’den sonra alınmış yeni bir kararmış gibi gösteriliyor ama orada OHAL her zaman vardı” ifadelerinde bulundu.



Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın üzerinde ağırlaşan tecrit koşulları hâlâ sürüyor. Avukatları dahil olmak üzere ailesinden hiç kimseyle görüştürülmüyor. Defalarca yapılan görüşme başvuruları her seferinde ret edildi. 11 Eylül 2016’da kardeşi Mehmet Öcalan’ın görüşmesinden sonra hiçbir şekilde bağlantı kurulmasına izin verilmedi. Gerek Adalet Bakanlığı gerekse de Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı Öcalan ile görüşme başvurularını neden ret ettiklerine dair net bir bilgi sahibi değiller. Konuyla ilgili konuştuğumuz Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Newroz Uysal, tecridin genel tanımını, Öcalan üzerinde neden ağırlaştırıldığını, görüşmek için yaptıkları başvuru süreçlerinde neler yaşandığını anlattı. 

İMRARLI İLE İLETİŞİM BAĞIMIZ YOK

Tecridin sürekli gündemlerinde ve hem ulusal hem de uluslararası anlamda teknik bir tanıma sahip olduğunu söyleyerek konuşmasına başlayan Avukat Newroz Uysal, şunları söyledi: “Tecridin özellikle cezaevleri bakımından bir karşılığı var. Tıbbi açıdan da bir kişiyi yalnızlaştırma, izole etme ve o insanın iradesini teslim almadır. Aslında bir işkence bir biçimidir. Tecridin ülkelere, cezaevlerine veya kişilere özel bir karşılığı var. Sayın Abdullah Öcalan şahsında da çok ciddi politik bir karşılığı var. 1999 komplosundan şimdiye kadar tamamen bir işkence sistemi olarak kullanılıyor. Ama bunun tek başına hukuki karşılı yoktur. Tecridi de aşan bir durum söz konusu. Çünkü tecrit halinde bile bir insanın dış dünya ile bağlantısı kesilemez. O kişinin yaşadığına ve sağlığına dönük zihni açık kalması gerekiyor. Ama bizim şu anda İmralı’da tek bir iletişim bağımız yok. Mesela biz Sayın Abdullah Öcalan’ın kendisine gönderilen mektupları almadığını biliyoruz. Yanındaki diğer üç tutsak ile görüşüp görüşmediğini bilmiyoruz. Herhangi bir sağlık sorunu var mı yok mu bilmiyoruz. Kendisine herhangi bir disiplin cezası verildi mi? Radyosu, televizyonu, kitapları, notlarını yazdığı defterleri yanında mı? Bunların hiçbirini bilmiyoruz.”

‘AĞIRLAŞTIRILMIŞ MUTLAK TECRİT’

Tecridin 20 Temuz 2016 tarihinde ilan OHAL’den önce de hukuki bir sıkıntı olduğunu hatırlatan Uysal, “Kimi zamanlar can güvenliği ve sağlığı ile ilgili yapılan tekil görüşmeler yeterli bulundu. Tabii bu hukuki anlamda yeterli görülmedi. Daha çok siyaseten geçerli oldu bu. En son neredeyse iki yıl olacak ki kardeşi Sayın Mehmet Öcalan’ın kendisiyle yaptığı görüşmeden bu yana biz hâlâ tek bir haber almış değiliz. Bu, Sayın Abdullah Öcalan’ın da deyimiyle ‘ağırlaştırılmış mutlak tecrid’in de ötesinde bir durum. Biz bunun önünü almaya dönük çok başvurular yapıyoruz ulusal ve uluslararası arenada. Ancak şu anda üçüncü dünya savaşı dediğimiz politik atmosferde Sayın Abdullah Öcalan’ın kendisinin ve yarattığı hareketin rolü bilindiği için hukuki anlamda da buna bir karşı geliş var. Hem Türkiye cephesinden bir karşı geliş bu hem de uluslararası bakımdan bunun yaratacağı etkilerden korkanlar da bu tecridi görmezden geliyorlar” dedi.

‘KOSTERİN BOZUK OLMASI’ BİR KILIF

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 1999’da uluslararası komplo ile tutuklanıp Türkiye’ye getirilmesinden 2011’e kadar avukatlarının günde veya haftada birkaç saat görüşebildiklerini belirten Uysal, konuşmasına şöyle devam etti: “Zamanla çeşitli yönetmeliklerle, kanun değişiklikleriyle, İmralı Cezaevine özel getirilen genelgelerle bu görüşme saatleri ve süreleri giderek kısıtlandı. Şu anda haftada bir, bir saate düşürülen bir görüşme var. Biz her hafta avukatları olarak istisnasız başvuruda bulunuyoruz. Ailesi için de aynı durum geçerli. Biz her hafta başvurularımızı haftada iki kez tekrarlayarak yapıyoruz. Devlet hiçbir zaman bize neden müvekkilimizle görüş yapamadığımıza ilişkin resmi bir cevap veremedi. Çünkü bu konuda ne iç hukukta nede evrensel hukukta bir kanun hükmü yok. Buna uygun bir yönetmelikte yok. Hukuki dayanak yok. Bunların yerine fiili diyebileceğimiz, Ada cezaevi olduğu için uluslararası mecralarda da makul bir gerekçe sayılabilecek ‘kosterin bozuk olması’, ‘hava muhalefetinin deniz yolculuğuna uygun olmaması’ ve ‘kosteri kullanacak olan teknik elemanın izinli olması’ gibi nedenlerle görüşme sağlanmıyordu. Bu her zaman bizim açımızdan Türkiye’nin ortaya koyduğu bir kılıftı, bahaneydi. Görüştürmemenin bir yöntemiydi.”

AİHM’E BAŞVURU SÜRECİMİZ DEVAM EDİYOR

OHAL ilanın 20 Temmuz 2016’da daha resmi gazetede yayınlamadan önce İmralı Adası ile görüşme talebinde bulunduklarını aktaran Avukat Newroz Uysal, şunları kaydetti: “Bir darbe olmasından kaynaklı biz her gün görüşme talebinde bulunuyorduk. Hem savcılık makamından hem cezaevinden hem de bakanlık aracılığıyla bu başvurularımızı tekrarlıyorduk. Kriz anı diyebileceğimiz olağanüstü bir durum vardı ve biz müvekkilimizin can güvenliğinden kaygılıydık. O noktada 21 Temmuz 2016 tarihli bir karar çıkartıldı infaz hakimliğinden ve bu kararda Ada cezaevinde bulunan Sayın Abdullah Öcalan ve diğer üç tutsak hakkında herhangi bir dış dünya ile iletişimi kesildiği yazılıyordu. Bu hem mektup hem telefon hem de aile görüşü engellendi. Her kadar avukat görüşü hukuken engellenemez ise de avukat görüşü de engellenmiş durumda. Bizim avukat görüş başvurularımıza da OHAL ile ilişkilendirdikleri kararlarla cevap veriyorlar. İnfaz hakimliğinin kararlarının yanlış olduğuna dair itirazlarımızı yapmış bulunuyoruz. İtirazlarımıza ret cevabı verildi ve şu an anayasa mahkemesinde bekletiliyor. Aynı durumdan kaynaklı AİHM’e bir başvuru sürecimiz devam ediyor. Bu konuyla ilgili her türlü girişimlerimiz devam ediyor.”

İMRALI’NIN STATÜSÜ BELLİ DEĞİL

İmralı tecrit ve işkence sistemi kapsamında hukuki anlamda ele aldıkları birçok konunun olduğunun altını çizen Uysal, “Bu konulardan biri de İmralı’nın statüsünün ne olduğu ve hangi kuruma bağlı olduğudur. Bu bizim yıllardır cevap bulmaya çalıştığımız bir konu. Bu konudaki hukuki muhataplık çok farklı. Bir cezaevi çok bariz olarak Adalet Bakanlığı’na bağlıdır. Bu bakanlığın adına da işlem yapan bir cezaevi müdürü ve yine aynı şekilde o cezaevinden sorumlu olan bir savcı vardır. Bu teknik olarak Türkiye’deki tüm cezaevlerinin standart uygulamasıdır. Ama İmralı’ya bakıyoruz, 15 Şubat komplosundan bu yana, tamamen Sayın Abdullah Öcalan’ın tecridine ve o işkence sistemiyle bir değişime gitti. İlk zamanlarda Milli Savunma Bakanlığı’na bağlıydı, ondan sonra Başbakan Kriz Merkezi’ne bağlanarak bir strateji kurum olarak adlandırıldı ve İmralı hâlâ askeri yasak bölge olduğu için jandarmanın kontrolünde olan bir yer. Ama aynı zamanda Adalet Bakanlığı’nın gardiyan ve personelleri orada duruyor. Şimdi avukat müvekkilini görmek için tutulduğu cezaevine gider, kimliğini gösterir ve içeri girer. Ama biz adanın bağlı olduğu Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına başvurularda bulunuyoruz. Onlarda Adalet Bakanlığı’na iletiyorlar ve bize dönüşleri cezaevi idaresi üzerinden değil, savcılığın gönderdiği faks üzerinden oluyor. Ya da görüşmelerin yapılacakları dönemleri baz alarak söylüyorum; gidilecekse telefon ile arayıp ‘Gidebilirsiniz’ deniyor” dedi.

İMRALI, F TİPİ’NİN ÖTESİNDE

“2003-2005 yıllarından sonra İmralı F Tipi Cezaevi statüsünde görülse bile, hem görüşme hem de tutulma koşullarından ve cezaevi içerisindeki hareket alanlarından kaynaklı F Tipi statüsünden öte bir sistemle idare edildiği görülüyor” diyen Uysal, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Biz Sayın Abdullah Öcalan’ın avukatlarına göre, tamamen tecride özel dizayn edilmiş bir sistem orası. Bizim müvekkilimizle görüşememe durumumuz Türkiye tarihinde bir ilktir. Çünkü teknik olarak hiçbir engel yok buna. Yani bu kararın OHAL ile ilgisi yok. Kaldı ki Sayın Abdullah Öcalan İmralı Adasına getirildiğinden beri orada OHAL hep vardı. Çünkü OHAL ilan edilmeden önce de şu an yasaklanan tüm haklar Sayın Abdullah Öcalan için yine geçerliydi. Mesela adadaki diğer tutsaklar da şimdiye kadar telefon haklarını kullanmış değiller. Hiçbir aileleri diğer cezaevlerindeki gibi belli bir prosedür de standart görüş yapamadılar. Ayrıca bu kararlar 2016’da alınmış ama 2011’den beridir görüşemiyoruz kendisiyle. OHAL fiiliyatta hiç yokmuş davranıyorlar. Buna ‘hukuku dolama’ diyoruz gerçek anlamda. İmralı’daki tecrit ve işkence sistemini örnek alarak Türkiye’deki tüm cezaevlerinde uygulamaya çalışıyorlar.”

AYDA BİR SAVCILARLA GÖRÜŞÜYORUZ

Tecridin ağırlaşma tarihi olan 2011 yılından şimdiye kadar binden fazla görüşme başvurusu yaptıklarına dikkat çeken Asrın Hukuk Bürosu Avukatı Newroz Uysal, “Biz büro olarak hem OHAL öncesinde hem de sonrasında tecridi kırmaya dönük hukuki anlamdaki ağır insan hakkı ihlalini de dikkate alarak birçok girişimimiz oldu. Bu tecridin siyasi boyutuna dair de girişimlerimiz oldu. Ancak bu görüşme taleplerimize ve girişimlerimize hiçbir zaman olumlu bir cevap gelmedi. Şu an bile bir görüşme talebimiz var hâlâ bir dönüş yok. Ancak cezaevi idaresi ve savcısıyla sürekli görüşüyoruz. Savcıların da doğrudan bize söyledikleri bu konuda yetkilerinin sınırlı olduğu yönünde. Ayda bir dergi teslim etmek için yüz yüze görüşmüş oluyoruz. Zaten çoğu zaman başsavcı değil de savcılarla görüşüyoruz. Genelde de bize ‘itirazlarınızı yapın ama bizim değerlendiremeyiz’ diyorlar. Bu söylemlerinde de aslında hukuki değil de siyasi bir durum olduğu söylemiş oluyorlar” dedi.

HAKİM VE SAVCILARI ŞİKAYET ETTİK

İmralı sürecinin başlamasından şimdiye kadar birçok hakim ve savcı hakkında suç duyurusunda bulundukları bilgisini vere Uysal, konuşmasını şöyle sonlandırdı: “Bu hakim ve savcılar hakkında defalarca HSYK’ye şikayet başvurularında bulunduk. 20 Temmuz 2016’da bu engelleme kararlarını alan hakim ve savcılar hakkında da soruşturma başlatılmasına dönük suç duyurularında bulunduk. Tabii şu an’a kadar HSYK’nin bize geri bildirim yaptığı bir sonuç yok. Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki bu tecridin devam etmesi noktasında bu hakim ve savcıların da kişisel olarak sorumlulukları var. Bu sorumluluklar hem cezai hem de hukuki anlamda var.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Silvan belediyesi adayları: Halk ile birlikte kararlar alacağız

ALİ KOÇER / AMED (DİYARBAKIR) HDP Silvan ilçe belediyesi adayları Naşide Toprak ve Abbas Hilmi Azizoğlu, nasıl bir belediyecilik anlay...